Antik dönem yunan düşünürlerinden Sokrates “Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, bir de cehaletin bedelini hesaplayın” demiş. Biz toplum olarak yıllardır cehaletin bedelini hem canımızla hem de paramızla ödüyoruz. Hangi konuda cehalet diye aklınıza gelebilir. Tabi ki Afet ve Acil Durumlarla ilgili olumsuz refleksimizden bahsediyorum. Bu alandaki son yüz yılımıza göz atalım mı?
En az 130 bin ölü, 200 milyar dolar gayri safi milli hasıladan kayıp desem abartmış mı olurum? Maalesef abartmıyorum. Afetler, sosyal yaşamımızı durdurur veya sekteye uğratır. Meydana geldiği alandaki imkânlarla baş edilemez. Maddi ve manevi kayıplara yol açar. Ancak bu olayların olması aslında afet değildir. Örneğin deprem bir afet değil, doğanın yaşamından kaynaklı bir harekettir. Bu olayın afet olmasının sebebi bize maddi ve manevi zarar vermesinden dolayıdır. Yani afet olayın kendisi değil, doğurduğu sonuçtur. Yağmurun yağması, toprak kayması, yeraltı suyu yükselmesi, volkan patlaması gibi doğa olaylarının afet adını alması bizim yaşam biçimimizle alakalıdır. Bu olaylara karşı hazırlığımızı yapmışsak doğa hareketleri bize bu kadar büyük zararlar veremez. Örneğin evlerimizi, işyerlerimizi ve her türlü yaşam alanımızı afet temelli bir anlayışla inşa ettiğimizde maddi ve manevi kayıplarımız minimuma inecektir. Çünkü deprem öldürmüyor bina öldürüyor.
İçinde bulunduğumuz ve her yerine izlerimizi bıraktığımız doğa bizim evimizdir. Ancak bize hâkim olan hayat anlayışına göre, doğadaki her şey bizim için var ve biz doğanın sahibiyiz. Oysa öyle değil, biz bir bütünün küçük bir parçasıyız. Ve doğanın dünkü misafiriyiz. Yeryüzünde misafir gibi davranmamız gerekirken keyfi ve tahripkâr tutumumuzu arttırarak bencilce yaşamaya devam ediyoruz. Her şeyimizi konforlu yaşamımızın sürmesi için kurgulamışız sanki. Diğer canlılara ve içinde bulunduğumuz doğaya saygı duymadan yaşam eylemlerimizi geliştiriyoruz. Ve bunun için her türlü yolsuzluk ve ahlaksızlığı yaşamımızın merkezine yerleştirerek büyük bir yanılgıya imza atmaya devam ediyoruz. Zira insanın amacı yeryüzünde bütüne uygun yaşamak olmalıdır.
Sevgili dostlar!
Modern dünyada binlerce hastalık türü vardır. Ancak And dağlarında yaşayan şamanlara göre tek bir hastalık çeşidi varmış. Dengeyi kaybetmek! Tedavisi de doğayla, içinde bulunduğun toplum ve canlılarla doğru ilişki içerisinde olmakmış. Sonraki nesliniz için doğayı korumuyorsanız doğayla dengeli ilişki içerisinde olamazsınız ve bu durum sizi hasta eder. Toplumsal hastalıkların en büyüğü yaşadığın coğrafyanın ve doğanın düzenine uygun hareket etmemektir.
Kaldı ki hastalığı tedavi etmekten çok hastalığı oluşturan nedenleri ortadan kaldırmak daha ekonomiktir. Yaşadığımız afetlerdeki dirençsizliğimizin ana sebebi hazırlık ve zarar azaltma kültürünün bizde olmaması ve afet bilincinin bulunmamasıdır.
İşte tam da burada Yerel İdarelere seslenmek istiyorum. Yerel idarelere mevzuatlar afet ve acil durumlarla ilgili birçok sorumluluk ve yetkiler vermiştir. Yerel idarecinin seçildiği alanda yaşayan insanların can ve mal güvenliğini tesis etmek en önemli vazifesidir. Afet ve acil durumlardaki kayıpların sorumluluğu sadece merkezi idarede değildir. Yerel idareler hem kanuni hem de kendisini tercih ederek iş başına getiren halka karşı vicdani sorumluluğunu unutmamalıdır. Örneğin seçilen bir belediye başkanı, seçildiği mahalde yaşayan insanların afet ve acil durumlarla ilgili can ve mal güvenliğinden sağlamak adına önce afet bilinci edinmelidir. Bunların detayına girmek istemiyorum ama bir cümleyle özetlemek istiyorum.
Sayın yetkililer, lütfen bütüne uygun hareket ediniz!
Afetsiz günler dileğiyle…
*
HÜSEYİN KANZA