Ani ve yavaş gelişen ve afet diye adlandırdığımız ve sürekli yaşadığımız bu olayları daha iyi kavrayabilme adına şöyle bir benzetme yapsak galiba yanlış olmayacaktır. İnsan vücudu için kanser yavaş yavaş bünyeyi saran ve sinsi bir şekilde ilerleyerek ortaya çıkan bir hastalıkken, merdivenden düşüp kolunuzu kırmanız aniden gelişen bir sağlık sorunudur. Ani gelişen sorunlarımızı mevcut potansiyelimizle çözme çalışmaları yaparken, merdivenin güvenilirliğini sorgulamayı, dengemizi neden kaybettiğimizi ve yaşanılan hadisenin öncesini çalışmayı hiç önemsemeyiz.
Ayrıca yavaş gelişen ve bizim farkına dahi varamadığımız, sürekli yaşamımız içerisinde bizimle birlikte büyüyerek ilerleyen sorunların çözümü o kadar basit olmayacaktır. Kaldı ki; artık çok geç kalıncaya kadar sinsice gelişen bu olayların bünyemizden kaynaklandığını kabul etmediğimizi, inkar, öteleme ve yüzleşmekten kaçınarak dışladığımızı düşündüğümüzde, sorunumuzun hiç kolay çözülemeyeceğini de tespit etmiş olacağız. Çünkü bu sorunlar kanser hastalığı gibi bünyeyi yavaş yavaş sararak ele geçirir ve kendi dairesi içerisine hapseder.
Tabi ki kanser bir hücre bozunumudur. Lakin insanın yapı taşı olan hücrelerinin iyonize olarak canlılığını kaybetmesi aniden meydana gelen bir durum değildir. İnsan bünyesinin faaliyetlerini durdurmaya kadar giden sürecin aşamaları ve bu aşamaların birbirini destekleyen ve takip eden evreleri vardır. Bu kişinin içinde bulunduğu yaşam koşullarıyla alakalıdır. İnsan yaşamında olduğu gibi toplumlarda da bizi yavaş yavaş kendimize yabancılaştıran, bünyemizin işleyişine zarar vererek vücut bütünlüğümüzü bozan ve hasta olmamıza sebep olan alışkanlıklarımız vardır. Bu alışkanlıklarımızın yaşam hücrelerimizi bozunuma uğrattığı, belli bir süre sonra da öldürdüğü üzere toplumların da çürümesine neden olacağı ve nihayetinde zarar göreceği tecrübelerimizle sabittir. Hissetmediğimiz, yaşam döngümüz içerisinde farkına varamadığımız ama sürekli bizimle, davranış ve alışkanlıklarımızla, toplum yapımızla birlikte uyuyarak büyüyen bu olaylar uyandığında artık çok geç olacaktır. Örnek mi? Deprem, kuraklık ve meteorolojik afetlerin birçoğu uyuyan ve hiç beklemediğiniz bir an ve mekânda uyanan afetlerdir.
DÖNÜŞÜM ŞART!
Yaşanılan bu afetler gösteriyor ki Kriz Toplumu olmaktan, olay olduktan sonra yapılan faaliyetleri ifade eden Kriz Yönetimi’ nden vazgeçmek gerekmektedir. Şu tarihten sonra konuşulması gereken hazırlıklı olma, zarar azaltma ve güvenlik kültürlü bir yaşam nasıl tesis edilebilir? Risk Toplumu’ na nasıl geçeriz ve Risk Yönetimi’ ni nasıl uygularız en önemli ödevimiz olmalıdır. Unutulmamalıdır ki üretilmiş belirsizlikler ile örgütlenmiş sorumsuzluk risk kaderine dönüşecektir. Ve bir daha ifade edecek olursak bir toplumun gelişmişliğini afetlere karşı gösterdiği direnç belirleyecektir.
Türkiye coğrafyası burada yaşayan insanlar için kaderdir. Ancak bunun bilincinde olmayan toplumumuzda maalesef afet kültürü, güvenli yaşam kültürü de bulunmamaktadır. Bu kültürsüz yaşam ve olumsuz durum toplum ve kurumlarımızda genel geçer kural haline gelmiştir. Bu anlayış ve zihni değişim gerçekleşmeden “afete duyarlı yaşam kültürü topluma kazandırılmadan hiçbir plan hayata geçmeyecek ve afetler zarar vermeye devam edecektir. İstediğimiz kadar mevzuat çıkartalım, plan yapalım, tatbikat yapalım ve toplantılar düzenleyelim hepsi boş, göstermelik ve rol icabı olacaktır. Nihayetinde her dönem olduğu üzere herkes rolünü en iyi şekilde oynayacak, görüntüsünü verip, köşesine çekilecektir. Ve bu durum sahada resmi elbise giymiş kurtarma personeliyle karşı karşıya kalan vatandaşa acı, gözyaşı ve kayıp bedel olarak dönecektir!
Afetsiz günler dileğiyle…
*
Hüseyin KANZA