Naklen izliyoruz! Dünyanın her yerinde depremler, seller, fırtınalar, salgın hastalıklar meydana geliyor ve milyonlarca insan maddi-manevi kayıp yaşıyor. Gün geçtikçe artan bu olaylar hızını kesmeden devam edeceğe benziyor. Öyleyse yapmamız gereken tek şey topyekün bu olaylara karşı bilinçlenmek ve direnç geliştirmek olmalıdır. Tüm ülke ve dünya olarak ortak hareket etmek durumundayız. Çünkü afetler bizim “ORTAK PAYDAMIZ”’ dır.
Kendi özelimizde bu durumları değerlendirip baktığımızda dünyanın yaşamından kaynaklı bu olayların dünyada ve Türkiye coğrafyasında neden afete dönüştüğünü özellikle yerel idarelerin hiç dillendirilip sorgulamadığını görüyoruz. Özellikle deprem afetiyle alakalı olarak; yerleşkelerin zemin etüdünü yapmadığı, zemine göre temel atılmadığı, malzemesinden çalınarak, mühendislik hizmeti almadan, kamu arazisi, yetim hakkı üzerine inşa edilmesine göz yumdukları, dolayısıyla bu yerleşkelere kimler tarafından neden müsaade edildiği hususlarını gün yüzüne çıkartmadıkları ibretle izlenmektedir.
Son depremlerde göstermiştir ki mahalli idareler afet ve acil durumlara uzaktan bakmakta, öncesindeki hazırlıkları tamamen AFAD’ a bırakıp, sorumluluk almamakta, günü kurtarmaya yönelik bir tavır takınıp, sorumlu davranmayarak ulusal düzeyde uygulamaların üzerine bina edebileceği yerel bir politika üretmemektedir.
İllerimiz afete hazır değildir. Yöneticilerimiz, işadamları ve kurumları afete hazır değildir. AFAD Başkanlığı merkez olarak sorumluluğunu yerine getirirken taşra yönetiminin AFAD kadar bu işlere kafa yormadığı, her şeyi merkezden beklediği, elini taşın altına koyacak bir yürütme sistemini kuramadığı, afetin sadece tek evresi olan arama kurtarmaya odaklandığı, vitrin olarak kurtarmacılarla olayı geçiştirdiği, ne söylenirse onu yaparım anlayışıyla gözlerini merkeze dikerek beklediği ve bunun sonucunda da meydana gelen afetlerde çaresiz kaldıkları, liderlik yapamadıkları deneyimlenmiştir.
AFAD tarafından yayınlanan stratejik eylem planlarının yerel yönetimler tarafından benimsenmediği, yerel yönetimlerce, zarar azaltma konusunda kurumlar arasındaki işbirliği ve koordinasyonu eksiliğini ortadan kaldıracak, yara sarma yerine risk azaltma politikalarına öncelik verecek, yerel ölçeklerde yapılması gereken çalışmaların planlandığı bir afet yönetim sisteminin kurulmadığı, kurumsal yapılanmaya gidilmediği anlaşılmaktadır. Zira birçok yerde afet ve acil durum işleri İtfaiye müdürlükleri bünyesinde yürütülmektedir. Yerel idarelerin uyguladığı ve benimsediği tek eylem planı da, afeti AFAD’ a bırakmak gibi gözükmektedir. Slogan da “afetler takdiriilahî, devletimiz yaraları saracak güçtedir” şeklinde dillendirilip, köşesinde cilalanmış şekilde bekletilmektedir.
Afetler halkın gündeminde yoksa siyasetçinin de gündeminde olmuyor. Ancak afetler bizim gündemimize göre hareket etmiyor. Tecrübeyle sabittir ki afetler unutulduğu anda geliyor. Yöre halkının ‘beni koru ve güvenli yaşamamı sağla!’ diye seçtiği siyasetçilerin, kendilerine emanet edilen can ve malları koruma yükümlülüğü bulunuyor. Bu anlamda -halktan talep olmasa dahi- halkla iç içe ve birlikte hareket edilmesi zaruri değil midir?
Afetlerin yerinden yönetilmesi en doğru olan anlayıştır. Bu yüzden yerel güçlendirilmiş, merkez koordinasyon makamı olmuştur. Ancak işin asıl sahibi olan yerel idarelerin bütüncül planlama anlayışından uzak oldukları, veri paylaşımı yapmadıkları, iş birliğinden ve standarttan uzak hareket ettikleri, alanında uzman personel istihdam etmedikleri, halkın da iştirak edeceği hiçbir eğitimsel ve tatbik temelli faaliyette bulunmadıkları, halka bu anlamda temas etmedikleri görülmektedir.
Merkezi idareyle birlikte sorumluluğu olan yerel yönetimlerin de yapı, imar ve yapı denetiminde kendilerine verilen yasal yetkileri kullanmadıkları, sorumluluklarını yerine getirmedikleri, mevzuat hükümlerini uygulama anlamında ihmalkâr davrandıkları yaşanılan afetler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu ihmalin neticesinde de son yıllarda olağanüstü hızlanan kentleşme süreci tümüyle çarpık gelişti ve Türkiye her türlü afete karşı riskli bir alan haline geldi. Tabi ki bunların neden ve sonuçlarıyla ilgili uzun uzun yazılabilir. Ama iyi niyetli olarak değerlendirip konuya baktığımızda genel anlamda sistemle alakalı arızalar olduğunu da itiraf etmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Son olarak size bir mevzuat hatırlatayım. 5393 sayılı kanunu biliyorsunuz. Malum BELEDİYE KANUNU. 3/7/2005 de çıkartılan bu kanunun “Acil durum plânlaması” başlıklı 53. Maddesi aynen şöyledir.
Belediye; yangın, sanayi kazaları, deprem ve diğer doğal afetlerden korunmak veya bunların zararlarını azaltmak amacıyla beldenin özelliklerini de dikkate alarak gerekli afet ve acil durum plânlarını yapar, ekip ve donanımı hazırlar.
Acil durum plânlarının hazırlanmasında varsa il ölçeğindeki diğer acil durum plânlarıyla da koordinasyon sağlanır ve ilgili bakanlık, kamu kuruluşları, meslek teşekkülleriyle üniversitelerin ve diğer mahallî idarelerin görüşleri alınır. Plânlar doğrultusunda halkın eğitimi için gerekli önlemler alınarak ikinci fıkrada sayılan idareler, kurumlar ve örgütlerle ortak programlar yapılabilir.
Belediye, belediye sınırları dışında yangın ve doğal afetler meydana gelmesi durumunda, bu bölgelere gerekli yardım ve destek sağlayabilir.
Taktir sizin olsun… Ben afetsiz günler diliyorum…
*
HÜSEYİN KANZA