İnsan ve insanın oluşturduğu toplumların inkişafı için eğitim en önemli amillerin başında gelir. Bu yönüyle eğitim her devlet içinde ayrı bir ehemmiyet teşkil eder. Devlet’in ve devleti oluşturan milletin milli ve dini değerlere bağlılığı ancak eğitim yönüyle süreklilik arz eder. Aksi halde bir devamlılıktan söz edilemez. Devletler için eğitim politikası varlıklarını muhafaza açısından hayat memat meselesidir. Bu politikayı millete anlatacak kişiler ise elbette öğretmenlerdir.
Fransız ihtilaline kadar Batı’da çağdaş anlamda bir öğretmenlik söz konusu değildi. Kilise eliyle yapılan eğitim faaliyetlerine pedagojik bir yaklaşım yoktu. Fransız ihtilali sonrası ulus devletlerin ortaya çıkması ile beraber çağdaş anlamda öğretmenlik mesleği oluştu. Bu durum başta Fransa olmak üzere ilköğretimin zorunlu hale getirilmesine ve beraberinde profesyonel anlamda öğretmen ihtiyacı gibi bir sorunu ortaya çıkardı. Bu kapsamda Fransız İhtilalini takip eden 50 yıl içerisinde Almanya, İngiltere, İsviçre gibi ülkelerde öğretmen okulları açıldı.
- Osmanlı Döneminde Öğretmen Okulları
Osmanlı’da aynı batıda olduğu gibi ilköğretim noktasındaki öğretmen ihtiyacı dini kurumlar aracılığıyla gideriliyordu. Her ne kadar II. Mehmed devrinde “Sıbyan Mektepleri”ne yönelik profesyonel bir ekip oluşturma çabası görülse de II. Mehmed sonrası bu uygulama rafa kalktı. Medreselerde biraz okuma-yazma bilen kişilerce veya mahalle imamları tarafından bu açık giderilmeye çalışıldı. Eğitim müslimlere ait okullar ve gayri müslimlere ait okullar şeklinde iki kanattan yürütülmekteydi. Islahat Fermanı sonrası ise gayri müslimler kendi okullarını açma noktasında bir pozisyona geldiler. Elbette Osmanlı’da hamle yapmakta geri kalmış değildi.
Tarihimizde öğretmen yetiştirmek için okul açmak fikirleri “Tanzimat Dönemi”ne tesadüf eder. Sultan II. Mahmut döneminde açılan ve sadece erkeklere mahsus olan “Rüşdiye Mektepleri”ne (ortaokul) öğretmen yetiştirmek üzere 16 Mart 1848 yılında “Darülmuallimin” kurulur. Üç yıl olarak düşünülen bu okulun ilk yöneticisi ise meşhur Ahmet Cevdet Paşa’dır. Bu okullar ülke sathında yaygınlaşarak bilhassa 1882 yılından itibaren Bosna, Girit, Kosova, Amasya, Bursa, Selanik, Halep, Musul dâhil birçok vilayet merkezinde açılmıştır. Uzun bir süre hizmet veren mezkûr kurumlar cihan harbinin patlak vermesiyle kendisine olan teveccühün azalması ve ağırlaşan savaş şartları sonucu birçok merkezde durma seviyesine gelmiştir. Ülke sınırlarının değişmesi ile de birçoğu sınır dışında kalarak kapanmıştır. İstanbul Darülmuallimin’i dâhil olmak üzere 13 kadarı cumhuriyet dönemine tevarüs etmiştir (TDİ, Cilt 8).
1850‘li yıllardan itibaren Tanzimat döneminin getirdiği olumlu rüzgâr ile erkek çocukları yanı sıra kız çocuklarının da iyi yetiştirilmesini sağlamak düşüncesi gitgide aydınlar arasında makes bulmuştur. Bu kapsamda 1859 yılında İstanbul’da açılan Sultanahmet Kız Rüştiyesi ’ne öğretmen yetiştirmek maksadıyla 26 Nisan 1870 yılında Maarif Nazırı Saffet Paşa’nın açılış konuşmasını yaptığı “Darülmuallimat” adı altında kadın öğretmen yetiştirme kurumları ihdas edilir. Bu kurumun cumhuriyet dönemine sadece 6 kadarı tevarüs eder ve görevlerine devam ederler. Ancak isim değişikliği söz konusu olmuştur. Örneğin İstanbul “Darülmuallimatı” 1924 yılında “İstanbul Kız Muallim Mektebi” adını alır (Şanal,2004)
Osmanlı döneminde ayrıca köylerin kalkınmasına yönelik düşüncelerde vardır. Mesela, Kastamonu Mebusu İsmail Mahir Efendi 14 Temmuz 1914 yılında Osmanlı Mebusan Meclisi’nde yaptığı konuşmada: “Önereceğim yolla bütün köylerimizi on yıl içinde okula kavuşturabiliriz. Yetmiş sancak için yurdu yetmiş bölgeye ayırabiliriz. Bu sancaklarda kamu arazilerinin bulunduğu yerlerde yatılı köy okulları açabiliriz. Kızlar için dokumacılık, aşçılık erkekler için ise tarım işleri üzerinde yetişmesini sağlayabiliriz.” şeklinde görüş bildirir. Birinci Cihan Harbi’nin patlak vermesiyle memleketin savaş pozisyonuna geçmesi bu düşüncelerin uygulanmasını engellemiştir (Arslan, 2012).
- Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Öğretmen Okulları
Mustafa Kemal Paşa zor şartlar altında yürütülen Millî Mücadele yıllarında bir taraftan cephede mücadele ederken bir taraftan da ülke politikalarının geleceği için hamleler yapıyordu. Bu politikalardan birisi eğitimdi. Çünkü Atatürk’e göre milli eğitim politikası bağımsızlık savaşı kadar ehemmiyet arz ediyordu. Düşününüz ki Yunanlıların Eskişehir-Dumlupınar Hattı üzerinden saldırı yaptığı günlerde 15 Temmuz 1921 tarihinde yurt sathından gelen yaklaşık 250 eğitimci ile Ankara’da Maarif Kongresini toplayabilmiştir. Buradaki hedef mevcut okul ve öğrenci sayısının tespiti ile eğitimin milli bir hüviyete kavuşmasının temellerini atmaktır.
Yine Lozan Antlaşması’nın henüz imza edilmediği günlerde Anadolu’da bir yurt gezisine çıkmış ve halka şöyle hitap etmiştir: “Ordumuzun şimdiye kadar kazandığı zaferler, memleketimizi gerçek kurtuluşa kavuşturmuş sayılmaz. Bu zaferler ancak gelecek zaferlerimiz için değerli bir zemin hazırlamıştır. Askeri zaferimizle mağrur olmayalım. Yeni ilim ve iktisat zaferlerine hazır olalım” diyerek “Bundan sonra en büyük mücadelenin cehalete karşı olacağını” dile getirmiştir.
Mustafa Kemal Paşa 1 Mart 1922 yılı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 3. Yasama yılı açılış konuşmasında eğitimin genel bir çizgisinin olması gerektiğini ancak yapılan işlerin batı taklidinden uzak olarak sosyal yapı ile uyumlu olması gerektiğini söylemiştir. Okuma-yazma kabiliyetine ek olarak Tarih, Coğrafya, Din ve Ahlak Eğitimi ile dört işlem yetenekleri kazandırılmasının elzem olduğunu dile getirmiştir (Akandere, vd.,2017).
Maarif Kongresinden sonra atılan adımlardan birisi de 8 Mart 1923’te Maarif Misak-ı’nın yürürlüğe geçmesidir. Burada ilköğretimin zorunlu hale getirilmesi ve ülke sathında bir okuma yazma seferberliğinin harekete geçirilmesi gibi hususlara yer verilmiştir (Aydın, 2023).
1924 yılında Osmanlı’dan miras kalan erkek öğretmen okulu olan “Darulmuallimin”, “Erkek Muallim Okulu” , “Darulmallimat” olarak geçen kız öğretmen okulunun adı da “Kız Muallim Okulu” olarak değiştirilmiştir. Sonrasında 1935 yılında kâmilen “Öğretmen Okulları” olarak anılacaktır. Yine 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ülkede çok parçalı olan eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmak suretiyle nihai noktaya ulaşmış ve eğitim tek bir sisteme geçirilmiştir.
Her ne kadar cumhuriyet dinamizmi ile öğretmen sayısını artırmak için çaba gösterilse de yeterli düzeyde olmadığı görülür. Cumhuriyet ilk yıllarında 10.102 öğretmen vardır ve bu sayı kâfi derecede değildir. Bu durumun eksikliği bilhassa köy okullarında bariz bir şekilde hissediliyordu. Özellikle özlük haklarında (maaş, emeklilik vs.) gibi yetersizlikler ile görevden çekilen öğretmen sayısı artınca bu açık daha da artar. 1929 yılında yaşanan dünya ekonomik buhranı ise bu olayın tuzu biberi olmuş, Rize, Gaziantep, Malatya, Trabzon, Konya gibi illerde öğretmenlerin bazıları maaşlarını dahi alamamışlardır. Üstelik 1932 yılında Konya ilimizde 40 kadar ilkokul giderlerinin karşılanamaması sebebiyle kapatılmak zorunda kalmıştır. Bu şartlar altında o dönem hazırlanan bir raporda öğretmenlik mesleğinin çok cazip bir meslek olmadığını ortaya koyarak durum ilgili kişilere bildirilmiştir (Bağbozan, 2018).
- Millet Mektepleri
Cumhuriyetin ilk yıllarında halkın %80’den fazlası kırsalda yaşamaktaydı. Bu ise eğitimde önceliğe köyün alınması zaruretini ortaya koyuyordu. Okulu ve öğretmeni olmayan on binlerce köy vardı. Ülkede var olan eğitim sisteminin tahlili ve sentezi için birçok yabancı uzmanlar ülkeye getirilmiştir. Bu uzmanlarda birisi de Amerikalı eğitimci John Dewey’dir. 1924 yılında yayınladığı maarif raporunda köyün belkemiği olan çiftçilerin ihtiyacı doğrultusunda köylere süratle okul yapılması ve köylünün öğretmenle buluşturulması gibi konulara değinmiştir. Köy sorunları ile ilgili cumhuriyet döneminde ilk teşebbüsler 1926 yılında gerçekleşmiştir. Kayseri ve Denizli’de “Köy Muallim Mektepleri” açılmış ve diğer öğretmen okullarından bir farkı olmadığı ve eğitimde ikilik oluşturduğu gerekçesiyle 6 yıl kadar ancak eğitime devam edebilmiştir (Akandere, vd.,2017).
Ferik Cumhuriyet bir yandan da alfabe ile ilgili hamleler yapmak istiyordu. Bu konu ile ilgili Osmanlı döneminde girişimler olmuştur. 1862 tarihinde Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de bir konferans esnasında Münif Paşa mevcut alfabe ile kitap basmanın, okuma-yazma öğrenmenin zorluklarından bahsetmiştir. Tartışmaya Namık Kemal, Ebuz-ziya Tevfik Bey, Şinasi, Ali Suavi gibi isimler de dâhil olmuştur. Cumhuriyet döneminde 1923 yılında gerçekleşen İzmir İktisat Kongresinde gündeme gelmiş fakat bir sonuç çıkmamıştır. Son olarak 1 Kasım 1928 yılında latin harfleri getirilmiş ve bu doğrultuda tüm yurtta ciddi bir çalışma başlatılmıştır. Bu kapsamda Mustafa Kemal Paşa’nın gayretleriyle Millet Mektepleri açıldı. Yeni alfabenin tüm yurtta hızlı bir şekilde öğrenilmesi arzulanıyordu (Aydın, 2023).
Millet mekteplerinde sadece okuma-yazma öğretilmiyordu. Bunun yanında vatandaşlara asgari derecede yetecek kadar Tarih, Sağlık Bilgisi ve Yurttaşlık Bilgisi gibi derslerde öğretiliyordu. Mustafa Kemal Paşa “Başöğretmeni” olarak yer aldığı bu çalışmanın bizzat takipçisi idi. Millet mektepleri 1935 yılına kadar faaliyetlerine devam etmiştir. Bu sayede toplam okur-yazar sayısı bu altı yedi yıl kadar olan bir zaman diliminde %10.7’den %19.9 gibi hatırı sayılır bir orana çıkmıştır (Aydın, 2023).
- Halkevleri
Atatürk, 1930’lu yılların başında Türk Ocakları’nın faaliyetlerini fikir yapısı gereği biraz frenlemek istemiştir. Rusya ile barış süreci devam etmektedir. Türk Ocakları ise burada yaşayan Türklerin yanı sıra sınırlarımız ötesindeki soydaşlarımız ile yakından ilgilenmektedir. Atatürk’ün çok öncelerden beri “Pantürkist” ve “Panislamist” politikalardan hoşlanmadığını biliyoruz. O dönem Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı Anadolu toprakları ile sınırlıdır. Bu tür saiklerden ötürü 10 Nisan 1931 yılında Ankara’da toplanan Türk Ocakları Kongresinde bu kurum kâmilen Halk Fırkası’na katılma kararı almış ve bütün variyetlerini de Halk Fırkası’na devretmiştir (Arıkan,1999)
Bu süreç sonrasında CHP’ye katılan ve kapatılan Türk Ocakları’nın yerine yeni bir kurum düşünülür. Avrupa’da eğitimini tamamlamış olan Vildan Aşir Savaşır kendisinin de sporcu olması hasebiyle olsa gerek, Miroslav Tyrs’nin öncülüğünü ettiği Sokol Haraketi’ne benzeyen bir müessesenin ihdasının gerekli olduğunu anlatır. Sokol Hareketi, 1862 yılında Çekoslovakya’da kurulduğu kabul edilen bir jimnastik kulübü olup, Slav halkını jimnastiğe yönlendirerek maddi manevi bakımdan bilinçlendirmeyi amaçlar. Tıpkı Napolyon’a yenilen Almanların kısa süren esaretleri sonrası gizli bir cemiyet olarak kurdukları Tugenbund (Faziletler Cemiyeti) gibi. Bu cemiyette o dönem Alman halkının maddi ve manevi olarak bilinçlenmesinin jimnastik yoluyla olabileceğini düşünerek faaliyete geçmiş ve başarılıda olmuştur.
Savaşır, konferansın sonunda şu cümleleri söyler: “Bu ev halkın evi ve halk evi olmalıydı. Halkın evi bir mektep olmayacaktı. Ama öğretecekti, bilimi, kültürü, sanatı, edebiyatı, müziği, sporu ve halkın olan, halktan olan bir milleti uygar millet yapan değerleri” şeklinde sözlerini bitirmişti. Sonrasında bu konuşması için Atatürk’ten tebrik telefonu alır ve Atatürk ilerleyen yıllarda Milli Eğitim Bakanı olarak göreceğimiz Dr. Reşit Galip’e Halkevleri’nin kuruluş görevi verir (Arıkan,1999).
19 Şubat 1932 tarihinde 14 il merkezinde Halkevleri kurulur. Millet Mektepleri ile koordineli çalışmıştır. Halkevleri o dönem eğitim politikaları kapsamında değerlendirilmelidir. Okuma-yazma eğitimlerinin yanı sıra Cumhuriyet’in kazanımlarının vatandaşa daha iyi anlatılabileceği ve vatandaşlara sanatsal bir yönelimde kazandırmak maksadıyla hareket etmiştir. Belirli bir müfredat üzere değildir. Bir nevi “Halkçılık” politikasının tatbik edilmesidir. Süre dâhilinde olmasa da bu kurumun okul gibi çalıştığı söylenebilir (Aysal,2005).
- Köy Enstitülerinin Kuruluşu ve Gelişimi
Millet mektepleri ve Halkevleri süreci her ne kadar olumlu hamleler olsa da istenilen düzeyde değildi. Cumhuriyeti kuran kadro toplumsal gelişim için eğitimi zaruri görmüş ve sürekli bir arayış içine girmiştir. 1935 yılında ülke nüfusunun %80’den fazlası köylerdedir. Okuma oranı çok düşüktür. Mevcut okul sayısı çok azdır. Elde olan az sayıda öğretmeni köye yönlendirmek ise o dönemin şartlarında kolay değildir. Üstelik köylü eğitimin yanı sıra bulaşıcı hastalıklar ile mücadele konusunda sorunlar yaşamaktadır. Yine eski usul zirai tarım yapmasından dolayı da verimsiz çalışmaktadır. Bu saiklerden ötürü Türkiye’de uygulanacak politikanın köye yönelik olması gerektiği 10 yıl kadar önce Dewey tarafından yayınlanan raporda da belirtilmiştir.
Köye hizmet götürmek zordur. Başarılı olmanın yolu köylünün dilinden anlayacağı yeni bir eğitim gönüllüleri yetiştirmektir. Üstelik Halk Fırkası tarafından girişilen sanayi hamlelerine paralel olarak kırsal bölgelerinde kalkındırılması gerekmekteydi. Bunun yanında köylere sadece okuma-yazma yeteneği kazandırılması değil diğer problemlerinin de yani sağlık, mesleki eğitim, ziraat vb. giderilmesi gerekiyordu (Aysal,2005).
Türkiye’de o dönem tek parti olarak hükümet eden Halk Fırkası’nın 1935 yılı kongresi eğitim politikaları için ayrı bir öneme haizdir. Parti programında 42. Madde B bendinde “Köy çocuklarımıza kısa zamanda pratik hayat için lüzumlu bilgiyi verebilecek üç veya dört sömestirli köy okulları açılacaktır. Bunların, çocukları yükseköğretim derecelerine hazırlayan ilkokullardan ayrı bir kip olarak kurulup arttırılması planlanacaktır. Bu kip köy okullarında çocukların daha olgun yaşta okumağa başlamaları ve okumanın arasız devam etmesi ve bu işi devleti, askerlik borcu gibi, sıkı tutması lüzumludur.” vurgusu yapılmıştır. (CHP 1935, PP, Syf:36)
Halk Fırkası bu eğitim politikasını takip etmesi için Saffet Arıkan’ı Milli Eğitim Bakanı olarak göreve getirmiştir. Saffet Arıkan ise bu doğrultuda İlköğretim Genel Müdürü olarak İsmail Hakkı Tonguç’u atamıştır. İsmail Hakkı Tonguç’un göreve gelmesiyle birlikte köy okulları için yeni bir sayfa açılmıştır. Planlamaya göre Tonguç’un hedefine göre yirmi yıl sonrasına kadar memlekette Öğretmen, Sağlık Memuru ve Ziraat Teknisyeni girmeyen köy kalmamalıdır.
İsmail Hakkı Tonguç Kırım göçmeni bir ailedendir ve 1893 yılında Silistre’de dünyaya gelmiştir. 1914 yılında Rüştiye sonrası eğitimine devam etmek için İstanbul’a gelir. Burada bir paşanın kendisine sarf ettiği: “Parası olan okur, olmayan okuyamaz” cümleleri ruh halinde büyük infial uyandırmış ve henüz o dönemlerde: “Okumak için her şeyi göze alacağım. Ne yapıp edip okumanın yolunu bulacağım. Benim gibi zahmet çeken çocukların zahmetsizce okumaları için ömrümün sonuna kadar çalışacağım” demiştir (Bülten, 2011).
Sonrasında bir süre Kastamonu Muallim mektebine gönderilir. Buradan nakil yoluyla tekrar İstanbul’a gelir okulu bitirir. İttihat ve Terakki Partisi o dönem bazı öğrencileri pedagojik eğitim için yurt dışına eğitime göndermektedir. Almanca ve Fransızca bilmesi bu gidişi kolaylaştırmış ve 1918 yılında 8 aylık bir eğitim için Almanya’ya gönderilmiştir (Atatürk Ansiklopedisi).
Tonguç, İlköğretim Genel Müdürü görevine atanana kadar Milli Eğitim’de muhtelif görevler yapar. Bu göreve atandıktan sonra ilk olarak 1936 yılında bir zamanlar muallim olarak görev yaptığı Eskişehir’de bir eğitmen kursu açar. Katılımcılar askerliğini yapmış ve okuma –yazma bilen kişilerden oluşmaktadır. İlk etapta 84 kadar katılımcı eğitimlerini tamamlayarak mezun olmuşlar ve Ankara’nın civar köylere muallim olarak atanmışlardır. Bu uygulama bir süre müşahede edilmiş ve verimli olduğu görülünce 11 Haziran 1937’de “Köy Eğitmenleri Kanunu” çıkarılmıştır. Bu doğrultuda Eskişehir-Çifteler ve İzmir-Kızılçullu’da Köy Öğretmen Okulu açılmıştır (Aydın,2021).
Tonguç, eğitimle ilgili reformlara başlamadan önce uzun ve geniş kapsamlı bir Anadolu gezisine çıkmıştır. 65 il, 305 ilçe ve 9150 köyü dolaşmıştır. 4210 kişi ile anket yapmıştır. 112 kitap incelemiştir. Yine konu ile ilgili 456 belge gözden geçirmiştir. Dolayısıyla uzun bir çalışmanın sonunda kurulması planlanan köy okulların konumlanacağı mevkilere kadar bir çalışma tatbik etmiştir. Yaklaşık 35.000 köyün 10 yıl içerisinde birer okullarının olmasını hedefliyordu. Düşününüz ki müfredata her bölge için özel eğitimlerin eklenmesi dahi planlanmıştır. Örneğin Ege’de zeytin, Akdeniz’de pamuk, Karadeniz’de balıkçılık gibi konuların müfredata dâhil edilmesine özen gösterilmiştir (Avcı, 2023).
Tonguç’un eğitim idealinin temelinde karakter inşa edilmesi vardır. Bu olayı Sokrates’e kadar götürebiliriz. Yani “Kendini bilmek ve özen göstermek” felsefesinden yola çıkarak köylüyü kendi unsurlarıyla bilinçli bir şekilde ayağa kaldırmak hedeflenmiştir.
Tonguç’un bu sistemi kurmasında birçok uygulama örneği olduğu dile getirilir. Mesele bunlardan birisi Alman Bildung Hareketi’dir. Bu sistem kendi kendini inşa etmek yani kendini gerçekleştirmek amaçlar. Eğitim ve sıkı bir disiplinle toplumsallaşma sürecini getirecektir. Tonguç’un Alman asıllı eğitim bilimci ve eğitimde iş ilkesini savunan Georg Kerschensteiner’in kitaplarını Türkçe’ye çevirmiş ve öğretmen yetiştirme gibi konularda da mezkûr müelliften de etkilendiği söylenir. Özünde hususları uygularken milli eğitim sistemine “İşi başında yapmak” gibi bir model sunmuştur (Meşe,2017).
Yine bu hususta rol model olabilecek ve eğitimin iş çerçevesinde değerlendiren bir diğer aydın ise İsviçreli eğitim bilimci Johann Heinrich Pestalozzi’dir. O modernleşmenin köylünün göç etmesi ile değil köylüyü kendi doğduğu yerde kendi değerleri ile gerçekleşebileceğini savunmuştur. Yani öğrenci doğasıyla uygun bir şekilde temel eğitim almalıdır ve her konuda bilgi sahibi olmalıdır ve kendi değerleri ile var olmalıdır (Kalaycı,2021).
İsmet İnönü’nün başbakanlıktan istifa etmesi ile 1 Kasım 1937 yılında Celal Bayar bu göreve getirilir. Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ise sağlık sorunlarını gerekçe göstererek görevden affını ister ve yerine 28 Aralık 1938 yılında köy enstitüleri için önemli bir isim olan Hasan Ali Yücel görevlendirilir. Hasan Ali Yücel Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile yakınlığı yanı sıra ortak politika anlayışı sayesinde değişen hükümetlere rağmen uzun yıllar Milli Eğitim Bakanlığı yapmıştır. Halk Fırkası’nın tasarladığı eğitim projelerinin uygulanması noktasında bir istikrarın olması eğitim politikalarının tatbik edilmesi noktasında kolaylık sağlamıştır. Döneminin en önemli hamlesi ise köye yönelik öğretmen okullarının açılmasıdır (Şen, vd. , 2022).
Hasan Ali Yücel başkanlığında 1939 yılında “Birinci Eğitim Şura” sı düzenlenir. Tek partili dönemde “Şura” kararları malum bir devlet politikası gibi uygulanmaktadır. Bu “Şura”da köylere okuma-yazma yeteneği kazandırılmasının dışında daha profesyonel öğrenci yetiştirilmesi hususunda karar alınmış ve bu maksatla “Köy Enstitüleri” nin açılması hamlesin yapılmıştı.
Köy Enstitüleri’nin kurulmasına ilişkin yasa 17 Nisan 1940 yılında Meclis’te oylamaya sunulur. Oturuma 426 vekilden 148’i katılmaz. Çünkü Kazım Karabekir öncülüğünde Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü gibi isimler tasarıya lehte görüş bildirmişler ve oylamaya katılmamışlardır. Bu sistemin köylü-şehirli ayrımı yapacağı ve halkta sınıfsal ayırım yapacağı endişesi vardır (Aysal,2005).
Enstitülere ilkokul mezunu zeki öğrenciler sınavla alınıyordu. Bu çocuklar eğitimi iş ilkesi gereğince öğreneceklerdi. Köy Enstitüleri açılacak yerlerde ise birtakım umdeler aranmaktadır. Örneğin yerleşim yerleri dışında olmalı, tarıma elverişli toprakları içermeli ve ulaşım açısından birden çok merkeze yakın olmalıydı.
İlk olarak 14 Köy Enstitüsü kurulmuş ve bu sayı 1948 yılında 21’e kadar yükselmiştir.1942 yılında ise Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü açılmış ve bu kurumun Köy Enstitülerine öğretmen yetiştirilmesi planlanmıştır. Kurucular ilk etapta 40 kadar enstitü açmayı planlasa da bu rakam 21’de kalmıştır. Köy enstitülerinde 16.400 öğretmen, 8.756 eğitmen ve 7.300 sağlık memuru yetişmiştir (Kapluhan,2012).
Bu enstitüler kuruluşundan işletmesine kadar dar imkânlar ile faaliyetlerini yürütmek zorundaydılar. Memleketin ekonomik durumu ve dünya savaşı arifesinde ancak bu şekilde ilerlenebilirdir. Dolayısıyla imece kültüründen söz etmek mümkündür. Okul binasının temelinde tutunuz kullanılacak ahşap araç-gereçlere kadar öğrenci ve öğretmen sıfırdan bir inşa faaliyeti yürütmüşlerdir. Üstelik bunu da bir eğlence havasında yaptıkları söylenebilir. Yine okulda üretilen ekmeği fırında öğrenciler yapardı. Bu okulların kendi değirmenleri vardı. Kendi ahırları, tekstil ve tamir atölyeleri mevcuttu.
Köy Enstitüleri maddi durumu yetersiz ve cevval olan çocukların eğitimi için çok önemli bir fırsat olmuştur. Üretim odaklı, eğitimin önemini kavrayan, kültür ve sanata yönelmiş bir eğitim anlayışı vardır. Yetişecek köy öğretmenlerinin bilgili olmaları amaçlandığından arıcılık, bağcılık, inşaat bilgisi, sağlık hizmetleri, ilk yardım teknikleri, demircilik, marangozluk ve terziliğe kadar birçok sanat dalı uygulamalı ve teorik olarak buralarda öğretilmekteydi. Çünkü köy öğretmenleri köylünün dilinden daha iyi anlamalıydı ve bu şekilde ihtiyaçlara daha iyi cevap verebilecekti (Tural,2016).
Enstitülerin eğitimi sisteminde akademi ve uygulama bir aradaydı. Öğrenci yaparak öğrenecekti. Dersler %50 kültür dersleri, %25 ziraat dersleri ve %25 teknik dersler olacak şekilde ayarlanmıştı. Kültür dersleri kapsamında Türkçe, Tarih, Coğrafya, Matematik, Fizik, Kimya, Tabiat ve Okul, Sağlık Bilgisi, Resim-İş, Zirai İşletme Ekonomisi ve Kooperatifçilik ile Yabancı dil dersleri verilmekteydi. Ziraat dersleri kapsamında tarla ve bahçe ziraatı ile kümes hayvancılığına kadar köyde gereksinim duyulacak birçok ders müfredatta yer almaktaydı. Yine teknik derslerde köyde ihtiyaç hâsıl olan sıcak demir işçiliği ile inşaat için gerekli olan birçok dersin yanı sıra kız çocukları için el sanatları dersler okutulmaktaydı.
Köy Enstitülerinin Ders Grupları | ||
Kültür Dersleri | Ziraat Dersleri | Teknik Dersler |
Türkçe | Tarla Ziraatı | Köy Demirciliği |
Tarih | Zooteknik | Köy Yapıcılığı |
Coğrafya | Kümes Hayvanları Bilgisi | Köy ve El Sanatları (Kızlar İçin) |
Yurttaşlık Bilgisi | Arıcılık ve İpek Böceği | Köy Dülgerliği (Marangozluk) |
Matematik | Balıkçılık ve Su Ürünleri | |
Fizik | Ziraat Sanatları | |
Kimya | Sanayi ve Bitkileri Ziraatı | |
Tabiat v Okul Sağlığı | Bahçe Ziraatı | |
Yabancı Dil | ||
El Yazısı | ||
Resim-İş | ||
Beden Eğitimi ve Ulusal Oyunlar | ||
Müzik | ||
Ev İdaresi ve Çocuk Bakımı | ||
Askerlik | ||
Öğretmenlik Bilgisi | ||
Zirai İşletme ve Ekonomisi |
Yine köy enstitülerinde muhtelif sanat dallarında dersler verilmekteydi. Resim, Müzik, Tiyatro, Halk Oyunları, El İşleri ve El Sanatlarından müteşekkildi. Öğrencilerin sanat ile hemhal olarak estetik değerlere sahip birer birey olmaları amaçlanmıştır. Bu noktada Tonguç’un Almanya tahsil sürecinde müşahede ettiği olumlu katkılarında burada payının büyük olduğu söylenebilir.
Örneğin resim dersi alan bir öğrenci hem beceri kazanacak hem de öğrendiklerini enstitü çevresini güzelleştirmek yapılacak olan boya, badana vs. işleri için kullanacaktı. Yine müzik dersi alan bir öğrenci bu derste nota bilgisine sahip olacak ve en az bir müzik aletini çalabilme becerisi kazanacaktı. Enstitülerde bağlama, keman, mandolin, flüt gibi müzik aletleri eğitimi verilmekteydi. Hatta bazı enstitülerde bu durum o kadar ilerlemiştir ki Kars/ Cılavuz Köy Enstitüsü’nde 1944 yılında elektrik santrali kurulmuş ve bu sayede radyodan müzik yayınları dinleme imkânı elde edilmiştir. Tüm bunları milli müzikalin gelişmesi için sarf edilen gayretler olarak değerlendirebiliriz. Yine tiyatro ders olarak bu kurumlarda okutulmaktaydı. Çünkü dönemin şartlarında köye tiyatro gelme imkânı yok denecek kadar azdı. Köy halkı bu tür oyunları izlemek için merkezi yerlere gitmek durumunda kalıyordu. Bunun yanında bilhassa kadınlar için biçki, dikiş, nakış gibi el sanatları eğitimleri ile dokumacılık gibi faaliyetlerde vardı. Enstitülerin ihtiyacı olan tekstil ürünlerinden öğrencilerin kullanacağı pijama takımlarına kadar doğrudan bu derslerde uygulamalı olarak yapılıyordu (Elpe, 2014).
Köy Enstitüleri Öğretim Programı
DERSLER | 1. SINIF | 2. SINIF | 3. SINIF | 4. SINIF | 5. SINIF |
Türkçe | 4 | 3 | 3 | 3 | 3 |
Tarih | 2 | 2 | 1 | 1 | 1 |
Coğrafya | 2 | 2 | 1 | 1 | 0 |
Yurttaşlık Bilgisi | 0 | 1 | 1 | 0 | 0 |
Metametik | 4 | 2 | 2 | 3 | 2 |
Fizik | 0 | 2 | 2 | 1 | 1 |
Kimya | 0 | 0 | 2 | 2 | 0 |
Tabiat ve Okul Sağlık Bilgisi | 2 | 2 | 2 | 1 | 1 |
Yabancı Dil | 2 | 2 | 2 | 1 | 1 |
El Yazısı | 2 | 0 | 0 | 0 | 0 |
Resim-İş | 1 | 1 | 1 | 1 | 1 |
Beden Eğitimi ve Ulusal Oyunlar | 1 | 1 | 1 | 1 | 0 |
Müzik | 2 | 2 | 2 | 2 | 2 |
Askerlik | 0 | 2 | 2 | 2 | 2 |
Ev İdaresi ve Çocuk Bakımı | 0 | 0 | 0 | 0 | 1 |
Öğretmenlik Bilgisi | 0 | 0 | 0 | 2 | 6 |
Zirai İşletme Ekonomisi ve Kooperatif | 0 | 0 | 0 | 0 | 1 |
Toplam | 22 | 22 | 22 | 21 | 22 |
Sağlık alanında ilk kez Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü başta 4 okulda sağlık kolu oluşturuldu. Bu 4 okuldan 1945 yılında 264 köy sağlık memuru yetişmiş ve atamaları yapılmıştır. 1947 yılında 7 adet var olan sağlık kolları 2 enstitüde, Ankara-Hasanoğlan ve İzmir-Kızılçullu Köy Enstitülerinde birleştirilmiştir. Sağlık Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında akdedilen protokol gereği bu koldan mezun olanların atamaları Sağlık Bakanlığı tarafından yapılırdı. Sağlık Memurları da köy öğretmenleri gibi 20 yıl zorunlu hizmete tabi idiler ve birden çok köyden sorumlu olan memurlar vardı. Köy Enstitüleri yetiştirdiği sağlık memurları ile köylerin bu anlamda ihtiyacını gidermek noktasında bir nebze olsun katkı sunmuştur (Güvercin, vd. 2004).
Köy Enstitüleri zaman ilerledikçe birer üretim mekanizması halini gelmiştir. Örneğin 1945 yılında 800 öğrenci ve 32 öğretmeni bulunan Kars Cılavuz Köy Enstitüsü ele alındığında kampüste 450 adet inek, biçerdöver, harman makinesi, çayır biçme makinesi, 3 kamyon, 1 otobüs, 1 arazi aracı mevcuttur. Enstitüye 2 km mesafede olan “Telli Pınar” olarak anılan bir su kaynağından demir borular kullanmak suretiyle enstitüye su tedariki sağlanması gerçekleştirilmiştir. Yine 40 beygir gücünde Fransız tipinde bir türbin kurulmuş ve bu sayede enstitünün dış dünya ile bağlantılı olması sağlanmıştır (Arslan, 2012).
Enstitülere kız öğrencilerin alınması hususu ayrı bir önem arz eder. Çünkü o dönem sosyolojik şartları göz önünde bulundurulduğunda bu hususun köy gibi küçük yerleşim alanlarında bu konunun güçlük çıkarması gayet normaldir. Ancak zaman ilerledikçe kız öğrenci sayıları artırılmıştır. Erkek öğrenci sayısına nispeten sayının az olduğunu belirtmekte fayda var. 1943 yılında toplanan “2. Eğitim Şura”sında kız öğrencilerin olması hususu enstitüye muhalif gruplar tarafından eleştiri konusu olur. Eleştiriler artınca Cumhurbaşkanı İsmet İnönü daha fazla kız öğrencinin alınması talimatını verir (Aysal,2005).
- Köy Enstitüleri Kapanış Süreci
Zaman ilerledikçe efkâr-ı umumiye de Köy Enstitüleri ile ilgili huzursuzluklar baş gösterdi. Köy Enstitüleri kurulurken köylülerin çok çalıştırıldığı söyleniyordu. Bir yandan Köy Enstitülerinin “komünizm” propagandası yaptığı düşüncesi hâsıl olmuştur.
Rusya’nın dünya savaşı sürecinde saldırgan politikaları ve milli ihraç ürünleri olan komünizmin Türk Devleti tarafından tehdit olarak algılanması o dönem hükümet eden CHP’yi tedirgin etmiş olsa gerek, iç politikada sağa yönelmeye başlamıştır. Tabi bunun tek sebebi dış politikadaki tedirginlik değildir. Batı’nın da tavsiyesi ile çok partili hayata geçilmiş ve Demokrat Parti ivmeli bir şekilde yükselme kaydetmeye başlamıştır. Halk Partisi iktidarını devam ettirebilmek için artık iç ve dış dengeleri göz önünde bulundurmak zorundadır.
1946 yılında meclis açılışında ilk hamle yapılır ve Recep Peker kabinesi kurulur. Yeni kabinenin ilk işi Hasan Ali Yücel’i görevden almak olur. Yerine daha sağcı olarak bilinen Reşat Şemseddin Sirer’i Milli Eğitim Bakanı görevine getirilir. Reşat Şemseddin Sirer kamuoyunda sağ eğilimli birisi olarak bilinir. Çiçeği burnunda Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer Hasan Ali Yücel’e: “En büyük suçunuz köy çocuklarına büyük abdesti yapmayı öğretmeden okumayı öğretmektir.” şeklinde eleştiriler yöneltmiştir.
Eskişehir-Çiftelerde ve Ankara-Hasanoğlan Köy Enstitülerinde öğrenciler arasında zamanla sağcı-solcu münakaşası çıkar. 1947’de bu enstitülerde yer alan demirbaşlara devlet el koyar. Sonrasında benzer okulların olduğu gerekçesiyle Hasanoğlan Köy Enstitüsü tamamen kapatılır.
1947 yılında enstitüler komünizm propagandası ile suçlanırken “Din Eğitimi” konusu kamuoyunda gittikçe ivme kazanmıştır. Millet Partisi ve Demokrat Parti muhalefeti iktidarı etkilemiştir. Halk Partisi “dinsizlik” suçlamalarıyla ilgili olarak 7. Kurultayında (1947) din derslerinin müfredata eklenmesini, İmam-Hatip yetiştirecek kursların açılacağını, bir “İlahiyat Fakültesi” kurulması gerektiğini söylemiş ve bu vaatlerini de gerçekleştirmiştir. Müfredata din dersleri de eklenmiştir. Bunun yanında enstitülerdeki serbest kitap okuma saati bu dönemde kaldırılmıştır. Hatta bazı kitapların okunmalarının sakıncalı bulunması nedeniyle toplatılması kararlaştırılır.
1949 yılında Başbakan Şemsettin Günaltay kabinesinde Milli Eğitim Bakanı olarak görev ifa eden Tahsin Banguoğlu döneminde Köy Enstitülerine sadece köy çocukları alma sisteminden vazgeçilir.
Köy Enstitüleri 1946 yılından sonra CHP’nin tabiri ile “ıslah” edilmeye başlanmış olsa da 1947 yılından yapılan budama ile ortanın solundan ortaya çekilmiştir. 1954 yılında Demokrat Parti iktidarında dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri zamanında çıkarılan yeni bir yasa ile “İlköğretmen Okulları” na dönüştürülmüştür ve öğrenim süresi 6 yıla çıkarılmıştır.
- Köy Enstitüleri Hakkında Lehte ve Aleyhte Görüşler
Kazım Karabekir enstitülerde ahlak derslerine daha fazla önem verilmesi gerektiği üzerinde durarak buraya sadece köy çocuklarının gelebilecek olmasını eleştirir. Böylece köylü-kentli ayırımı ortaya çıkacağını söyler. Hatta bu durumu: “Parti programımızda sınıf yok diyoruz ama kendi elimizle tesis ediyoruz kanaatindeyim” şeklinde ifade eder (Çakmak, 2007).
1943’te toplanan 2. Eğitim Şurasında Köy Enstitüleri ile ilgili müspet görüşler olsa da menfi yönden de düşünceler söz konusudur. Buralarda aşırı solcu-komünist bilinen kişilerin Marksist yönelimli eğitimi meşrulaştırdığı gerekçesi muhalifler ve halk fırkasının içinden bazı isimler tarafından dile getirilir. “Örneğin Allah ile devlet olmasa beşeriyet saadete kavuşur” diye kadın öğretmenlerin olduğu söylenir (Aysal, 2005).
Mahmut Makal İsmail Hakkı Tonguç’un ölümü üzerine kaleme aldığı bir yazıda Tonguç’u şu mısralarla tanıdığını ifade eder: “Iramazan gelince oruç tutarız oruç, Enstitüleri kuran yaşasın Hakkı Tonguç”. Yine Tonguç ile bir hatırasından bahseder. İvriz Köy Enstitüsü mezunu olan Makal henüz öğrenci iken enstitüye gelen Tonguç orada Makal’a soru sorar. Makal’da cevaplamaz. Tonguç eğitmene döner ve “Bunlara önce düşünmeyi sonra düşündüklerini korkmadan söylemeyi öğretmeliyiz” şeklinde cümleler sarf ettiğini hatıralarında bahseder (Kocabaş, 2018)
Enstitüde çalışmış eski bir müdür ise TBMM’de 21.12.1946 yılında yaptığı konuşmada “Proletarya sınıfı teşkil edilmek isteniyor. Allah yok gibi kavramlar aşılanıyor. Aile kavramı yıkılmak isteniyor” şeklinde eleştirilerde bulunmuştur. Sağ cenahtan Osman Yüksel Serdengeçti, Galip Erdem, Necip Fazıl, Osman Turan gibi isimler köy enstitülerinin müfredatına ve uygulamasına karşı idiler. Necip Fazıl’a göre “Köy Enstitüleri Anadolu çocuğunu ruh kökünden koparmak için gayet hesaplı bir devşirme ocağı haline sinsice gelmiştir” şeklinde görüşünü diler getirir. Osman Turan “Enstitülerde ve maarifte solcuları himaye eden ve bu yüzden mahkûm olan Hasan Ali Yücel’dir” demiştir (Meşe, 2017)
Köy Enstitüleri ile ilgili söylenen cümlelerin lehte olanları, şayet devam etseydi eğitimdeki problemler şuan yaşanmayacaktı görüşünde birleşir. Aleyhte olanlar ise buraların sol görüşe yakın oldukları ve “dinsizlik ve ahlaksızlık” yuvaları olarak yorumlanır. Sağ görüşün en çok eleştirdiği noktalardan birisi yine o dönem sosyolojik şartları göz önünde bulundurulduğunda kız-erkek öğrencilerin aynı sıralarda yer almalarıydı. Bu anlamda laik bir eğitim sisteminin insanların dinine yönelik bir menfi bir hamle olduğu görüşü hâkimdi. Sol gruplarında bu yönde eleştirileri vardır sağ kadar olmasa da. Çünkü köy enstitüleri tek parti rejiminin denetimi altındaydı. Kırsal kesimin kalkındırmayı amaçlayan bir hamleydi köy enstitüleri. Ancak fiziksel gereksinim açısından köylülere yükler getiriyordu ve bu anlamda köylü kesimde istediği desteği bulamadı. Enstitü müdürlerine verilen geniş imtiyazlar otokontrol sisteminin olmayışı bazı noktalarda yönetimi keyfileştirdi. Destek olmayınca muhalefet bu işte eleştiri dozajını artırdı. Sonuçta çok partili rejimin gelmesiyle önce kuruluş işlevini sonra da tabelasını kaybetti (Akandere, 2017)
Kemal Karpat Türk Demokrasi Tarihi isimli eserinde eksiklikleri olmakla beraber Türkiye’deki en özgün eğitim projesi olduğunu belirtir. Yine buradan yetişen kız çocuklarının enstitülerin bir parçası olduğunu ve köylerde öğretmen, ebe, hemşire olarak görevlere başladıklarını söyler. Ancak bir hususa ayrı parantez açar: “Şunu da belirtmek gerekir ki köy enstitülerine mensup bazı kimselerin dogmatik, materyalist ve dar görüşü, eleştirdikleri gericilerin tutumundan farksızdır” diyerek biraz daha ortanın solundan bir yaklaşım sergilemiştir (Yıldız,2018).
Ahmet Emin Yalman’a göre “Komünizm ileri sürülerek Enstitüler ve kurucuları aleyhinde açılan husumet cereyanı, terbiye usulleri bakımından Maarif sistemimiz için utanılacak bir şeydir. Buna karşılık ilk kurucular da çok çabuk yürümek iddiası ile köy halkının enstitülere düşman olmasına ve asıl işbirliği gayesinin feda edilmesine sebep olmuştur” (Avcı, 2023).
Bir dönem Mebusluk yapan Rasih Kaplan’a göre: “Enstitüleri ikmal etmezden evvel köylerdeki yavruları yetiştirmek üzere din dersleriyle de teçhiz edelim. Buna ihtiyaç vardır. Mücerret olarak köyleri bırakmayalım. Köylerde hususi olarak din derslerini öğrenmeye imkân yoktur. Onun için göndereceğimiz enstitüler köyün her şeyi olacaktır. O ihtiyacı dahi onlardan öğrenecektir. Şimdiden Sayın Maarif vekilimiz kitaplarını versinler, tedbirlerini alsınlar” diyerek enstitülerde din dersi eğitiminin yer almasın gerektiğini dile getirmiştir. Yine dönem mebuslarından Besim Atalay’da Rasih Kaplan’ı tasdik edercesine: “Köylerde eğitmenler ve öğretmenler din terbiyesine, manevi terbiye önem vereceklerdir ve bu durum laikliğe aykırı değildir” demiştir. Abdurrahman Naci Demirağ göre ise: “Maneviyatız hiçbir toplum yaşayamaz. Laiklik dinsizlik değildir. Biz laikliği kabul ettiğimiz zaman birdenbire cezri hareket etmek durumundaydık. Fakat bugün artık yavaşa yavaş bu işi ıslah etmek zamanı gelmiştir. Çünkü millet, din işinin dünya işinden ayrılmasına iman etmiştir” diyerek enstitülerde din eğitimi dersler olmasının laiklik ile bağdaşmayacağını dile getirmiştir (Çakmak,2007).
- Sonuç
Köy Enstitüleri maddi imkân bakımından zayıf bir ülkenin evlatlarının dönemin geçer akçe olan kalkınma modellerini deneyerek kendi şartlarına göre en uygun olanı seçip tatbik ettiği bir maarif modelidir. Bu sistemde köy kalkınma modeli üzerine öğretmen, öğrenci, köylü işbirliğinde verim alınması hedeflenmiş ve belirli bir tarihe kadar başarılı olunmuştur.
Ancak zamanla bu kurumlar, tek parti hükümetinin getirdiği rehavet ve küresel ölçekte sosyalizm, komünizm gibi kavramları o dönem sıkça kullanan “Radikal Sol” un militan devşireceği alanlar olma eğilimine girmiştir denilebilir. Çok partili hayata geçiş sonrasında muhalefetin de rahatsızlığı dile getirmesi bir dip dalga oluşturmuş ve CHP hükümetleri dünya konjonktürünün de gereği olarak sağ tandanslı politika eğilimine girmiştir. Buna rağmen halkın nezdinde köy enstitüleri kuruluş dinamizmini kaybetmiş ve siyasallaşmış bir kurum olarak görülmektedir. Kurucuların ve müfredat belirleyicilerinin sol görüşlü olması, dini eğitime ilk yıllarda hiç sıcak bakılmaması gibi durumlar toplumun muhafazakâr kesiminde eleştirilere sebep olmuştur.
Hasanoğlan Köy Enstitüsünde Kültür Tarihi dersleri veren Sabahaddin Eyüboğlu şöyle söyler: “Bütün köylüleri okutmak güzel fikir ama sonra o toprakları kim ekecek? Koyunları kim güdecek? Bunlar Shakespeare’in, Goethe’nin, Gogol’un, Balzac’ın eserlerini okuyorlarmış. Güler misin, ağlar mısın? Bu eserleri biz bile okuyup anlayamıyoruz.” demiştir. Bu cümleler aslında siyasal köy edebiyatının hilafına cümleler olsa da bir realitedir. Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre insanın gereksinimlerinin bir sırası vardır. Madden doyuma ulaşmayan bir insana manen bilgi yüklemeye kalkışmak mantıklı olmayacaktır.
Burada temas edilmesi gereken noktalardan birisi de “Köy Enstitüleri” nin mimarı olan İsmail Hakkı Tonguç’un Osmanlı vatandaşı genç bir öğretmen iken İttihat ve Terakki Partisi tarafından dünya savaşının ağır şartları içerisinde mesleğini geliştirmesi için Almanya’ya gönderilmesi belki de bu projenin işaret fişeğidir. Çünkü Tonguç Almanya eğitiminde bu konuda kendine çok şey katmıştır. Orada gördüğü edindiği bilgileri yıllar sonra genç cumhuriyette uygulama imkânı bulmuştur. Hatta Alman Eğitimci George Kerschensteiner’in “Mürebbinin Ruhu ve Muallim Yetiştirme Meselesi” isimli kitabını da Türkçe ’ye bizzat kendisi çevirmiştir.
Son olarak Köy Enstitüleri’nin kuruluş amaçlarının dışına çıktığı ve zamanla siyasetin göbeğinde yer aldığı söylenilebilir. Bir süreden sonra öğrenciler arasında dahi siyasi görüş ayrılıklarına yol açarak kamplaşmaya neden olmuştur. Dönem şartlarında uygulanması bir gereklilik olduğu gibi zamanla bozulan bu yapının kaldırılması doğru bir hamle olmuştur.
KAYNAKÇA
- Akandere, Osman. Yıldız, Nihal. “Köy Enstitülerinin İdeolojik Yapısı”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Xvıı/35 (2017-Güz/Autumn), Syf: 275-316.
- Arıkan, Zeki. “Halkevlerinin Kuruluşu Ve Tarihsel İşlevi”. Atatürk Yolu Dergisi 6, Sy. 23 (Mart 1999).
- Arslan, Nebahat. Türk Eğitim Sisteminde Köy Enstitülerine Bir Örnek: Kars Cılavuz Köy Enstitüsü, History Studies Volume 4/1 2012
- Atatürk Ansiklopedisi, İsmail Hakkı Tonguç (1893-1960)
- Avcı, Merve. Journal Of International Social Sciences Academic Researches Cilt: 7 Sayı : 14 – 2023/2
- Aydın, M.Korkud. “Türk Yenileşme Tarihi, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları” (2023)
- Aydın, M.Korkud. Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal Of Social Science, Yıl: 8, Sayı: 55, Aralık 2021, S. 134-166
- Aysal, Necdet. “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu Ve Köy Enstitüleri” , Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 35-36, Mayıs-Kasım 2005syf 267-282
- Bağbozan, Şeref. “ Cumhuriyet Dönemi Adana Öğretmen Okulları” Doktor Tezi, 2018 Syf: 6-77
- Bülten, (2 Aylık Dergi, Sayı:26, Haziran 2011)
- H.P. Programı (1935), Ulus Basımevi, Ankara 1935
- Çakmak, Fevzi. “Kuruluşundan Kapatılışına Kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi İçerisinde Köy Enstitülerine Yönelik Muhalefet”, Çttad, Vı/15, (2007/Güz), S.S.221-250
- Elpe, Ebru. “Köy Enstitüleri Ve Sanat Eğitimi”, Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi; Cilt 4 Sayı 2 (2014)
- Güvercin, C. Hüseyin, Aksu, Murat. Arda, Berna. “Köy Enstitüleri Ve Sağlık Eğitimi” Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası Cilt 57, Sayı 2, 2004 97-103
- Kalaycı, Nazife. “Kuruluşunun 81. Yıldönümünde Köy Enstitüleri Deneyimi Üzerine”, E-Skop Sanat Tarihi Eleştiri, 2021
- Kocabaş, Kemal. “Mahmut Makal’dan Bizim Köy”, Gazete Duvar Sayı:19, Ağustos 2018.
- Meşe, Ertuğrul. “Türk Sağında Köy Enstitüleri Algısı”, Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar Number: 1, P. 83-95, Autumn 2017
- Şanal, Mustafa. “Osmanlı İmparatorluğunda Kız Öğretmen Okulunda Görev Yapan Kadın İdareci Ve Öğretmenler İle Okuttukları Dersler”, Belleten, Aralık 2004, Cilt 68, Sayı 253, Sayfa 649-670
- Şen, Serkan. Akbaba-Altun, Sadegül. “Dönemin Ruhunun Türk Milli Eğitim Şûralarına (1939-2014) Etkileri: Hermenötik Bir Analiz” , Muş Alparslan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 2022, 2(1), 23-45
- Taşkaya, S. Musa, Akbaşlı, Said. “Okuma Yazma Öğreniminde Köy Enstitülerinin Yeri” , Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, Haziran 2008, Ss. 14-22.
- Tural, Ayşegül. “Türk Eğitim Tarihinde Alternatif Bir Model: Köy Enstitüleri” , Vı. International Conference On Critical Education (Icce) 2016
- Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 8. Cilt, Syf:551-552, 1993 Yılı
- Yıldız, Selim. “Türk Milliyetçilerinin Gözünden Köy Enstitülerine Genel Bir Bakış”, Yeni Düşünce, 2018.
*
Emre Gülbey DEMİR