Dinamik bir oluşum içerisindeki insan varlığını tanımlamak kolay değildir. Yeterli bir tanımı da hiçbir zaman olmayacaktır. Çok çeşitli cevapları olan bu soruya ünlü filozoflardan Konfüçyüs “insan, öğrenen hayvandır” diye karşılık verirken, Thales “araştıran”, Sokrates, “sorgulayan”, Sofistler “kazanan”, Platon “toplumsal”, Aristo “düşünen hayvandır” der. Gazali için “İnsan, tutarsız bir hayvandır”, Descartes olaya başka bir pencereden bakar ve “insan, konuşan hayvandır” der. İnsanla alakalı belki de en çarpıcı tanımı Nietzsche söyler ve der ki “insan, düpedüz hayvandır!”
Düşünürlerce insanın tanımlanmasında kullanılan hayvan sözcüğünün kökeni Arapçadır ve ‘canlı’ anlamına gelir. Sözlükte hayvan sözcüğünü ‘duyumsama ve devinme yeteneği olan canlı varlık’ olarak okuyabiliriz. Hayvan sözcüğünden önce kullanılan sıfatların hepsi, düşünürlerin insani özellikleri betimlemek için kullandığı sözcüklerdir. O halde insan, çok çeşitli canlılık içerisinde, özbilinç potansiyeli ile yaratma potansiyelinin temellendiği yerde ve zamanda ortaya çıkan varlıktır diyebiliriz.
Doğada her canlı varlıkta olduğu gibi insanın da bir sonu vardır. Yaşamın biyolojik saatle sınırlı olması gerçeği, insanı ölüme ve yokluğa karşı çaresiz bırakır. Ancak, canlı varlıklar içerisinde, yaratma edimi yoluyla bu duruma direnç gösteren, teslim olmayan ve karşı duran tek canlıdır insan. Akılsal bilinci ile bedensel bilincinin kaynaşması neticesinde insan, bütünleşmiş bilince ulaşır. Bu bilinç yeryüzünde nesneleşmiş eserler bırakmasına sebep olurken, varlığına anlam, amaç katmaya ve arayışına devam eder.
Yaşamına anlam ve amaç ararken, fiziki nesne-yasaların ötesinde duygu, düşünce ve inançlarıyla da hareket eder. Her dönem ve çağda kendini sorgular, yaşamını sürekli irdeler, kendisini arar. Bu arayış nedeniyledir ki çeşitli inanç biçimleri insanlığın kısa tarihinde boy göstermiş, topluluklara hükmetmiştir.
Kendisini arayan bu insanı beyin dediğimiz organı yönetir. Düşünme, mantık ve soyutlama bu organımızın farkına varmadığımız faaliyetleridir. Ve bu düşünme eylemini beynin üç ana bölümünden birisi olan neokorteks denilen merkez yerine getirir. Üst düzey zihinsel işlemleri yerine getiren bu organ milyonlarca nöronun kendisine getirdiği “bilgi” ile beslenir. Bilgi ile beslenmeyen beyin işlevini yitirip âtıl bir organ haline döner. Dolayısıyla bilgiye ulaşan nöron coşar ve beslediği korteksi canlandırarak hayata katar.
Nefes almak değildir yaşamak! Eğer öyledir diyorsan, parazit gibi, ot gibi yaşamak istersen ihtiyacın yoktur bilgiye, zıpkın gibi bir kortekse. Burası çalışmadığı zaman, bilgiyle beslemediğin korteksinin yerine hayatta kalman ve yaşamaya devam etmen için beyninin diğer bir bölgesi olan “amigdala” devreye girer. Yani hayvani içgüdülerinin merkezi olan karanlık bölge. Çok kolaydır bunun kontrolünde yaşamak! Örneğin sana “oku” demez, “şiir yaz” “ağaç dik, çiçek yetiştir” demez. Ya ne der? “Sana benzemeyeni imha et”, “senin gibi düşünmeyeni öldür, yok et” der. Yani kendi gibi düşünüp, hareket etmeyeni tehdit kabul eden bu bölge seni ele geçirir ve işte o zaman gerçekten “HAYVAN” a dönüşürsün. İşte köktendincilerdeki, teröristlerdeki, satanistlerdeki veya holigandaki kafa bu kafadır.
Neyini kullanırsan onu güçlendirirsin. Düşünme, fikir üretmeyle sonuçlanan zihinsel süreçse eğer bunun yöntemini de öğrenmek zorundayız. Mantık temeline dayalı düşünce tarzı öğretilmeli. Zira sorgulama yapmadan kabul ettiklerimiz alışkanlıklarımıza dönüşüyor. Alışkanlıklarımız kaderimiz oluyor. Sebep sonuç ilişkisini merak etmiyoruz. Yani insan olamadan ölüyoruz.
İnsan olabilmek ve öyle kalabilmek dileğiyle…
*
HÜSEYİN KANZA