Kısa süre önce büyük bir Deprem afeti yaşadık. Şimdi de naklen savaş seyrediyoruz. İnsanların birbirini öldürmelerine tanıklık ediyoruz. Çocuklar, kadınlar ve masumlar katlediliyor! Bütün bunları üzerimizdeki olumsuz etkileri devam ediyor. Uzun süre de üzerimizdeki bu ruh hali, hayata karşı güvensiz ve tedirgin durumumuz devam edecektir. Ancak hayat devam ediyor ve bu haleti ruhiyeden bir an önce kurtulmamız gerekiyor.
13.7 milyar yıldır genişleyen bir evrenin içerisinde, 4.5 milyar yıldır var olan küçük bir gezegen üzerinde yaşıyoruz. Kimi kaynaklar homo sapiens olarak yaşam süremizin 300 bin yıl, kimi kaynaklar 50-60 bin yıl gibi sürelerle sınırlandırmaktadır. Milyarlarca yıllık evren ve dünya zamanını düşündüğümüzde; insanoğlunun dünya üzerindeki yaşam süresi, bir kibritin yanıp sönmesi kadarlık bir zaman dilimini kapsıyor.
Gökbilimciler insanoğlunun dünya üzerindeki yaşam süresini bir yıldızın yörüngesinde sadece bir an, biyologlar, yaşamın varoluş savaşı olduğunu, tarihçiler ilerlemenin yanılsama olduğunu, psikologlar kalıtım ve çevrenin çaresiz sonuçları olduğumuzu söylüyorlar. Ayrıca misafir olduğumuz arz kabuğu üzerindeki serüvenimizin de ne kadar devam edeceği gizemini korumaya devam etmektedir.
Nedir insan hayatının anlamı ve değeri?
Gandhi’ye göre diğerleri için hizmet etmektir.
Fransız keşiş Dimnet’e göre kişisel çıkarların ötesini görmektir.
Savaşı protesto ettiği için ömür boyu hapis cezası almış bir mahkûma göre, hayat, onu anlamlı kılmak için çabalamaya istekli olduğum kadar anlamlı.
Viktor Frankl “İnsanın Anlam Arayışı” isimli ünlü eserinde hayatın anlamının bir keşif değil, kişinin gücü doğrultusundaki çabası olarak ifade eder.
Will Durrant ise, hayatın anlamı, bize kendimizden daha büyük bir şeyi üretmemiz veya ona katkıda bulunmamız için verdiği şansta yatar diyerek hayatın anlamı üzerine düşüncesini açıklar.
Velhasıl dostlar, hayatta anlam bulmak istiyorsak; değerlerimiz ve yeteneklerimizi doğrultusunda diğer canlıların hayatlarına dokunmak, faydalı eylemlerde bulunmak gerekiyor. Kendimizi eksik hissettikçe varoluş sancısına yakalanıyor, hayatın anlamını başka yerlerde arıyoruz. Oysa hayata anlam vermek sadece bizim elimizdedir. Dünyayı tabi ki değiştiremeyiz, buna gücümüz yetmez ancak kendimiz ve çevremizi olumlu anlamda etkileyebiliriz. Anlam aradığımız hayatımız için ne kadar çabalarsak o kadar anlamlandırmış oluruz.
İnanç (Din) çerçevesinde anlam arayışı nedir ve nasıl olmalıdır?
İnsan var oluşuna anlam ararken inandığı her ne ise ona göre şekillenmiştir. Din mayadır. Bireyi ve toplumu şekillendiren en önemli yapı taşı, sosyal bir varlık olan insanın dinamizminin temelidir. İnsan bu temel üzerine yaşamını inşa eder ve bunun üzerine yaşam örüntülerini kurar, geliştirir. Örneğin hayat düzenini, geleceğe yönelik hayallerini, diğer canlılarla ve dünyayla ilişkisini düzenlerken temel referans her zaman inançtır. Bu yüzden Alman teolog Hans Küng “Dinler arasında barış sağlanmadıkça milletler arasında da barış sağlanamaz” demiştir.
Birçok inançta, hayatın anlamına dair çeşitli öğretiler mevcuttur. Birçok din Kendimiz için istemediğimiz bir şeyi başkası için istemekten kaçınmamız gerektiğini söyler. Seni üzen şeyleri başkalarına yapma (Buda,Budizm); Başkalarının sana yapmasını istemediğin şeyleri başkalarına da yapma. (Konfiçyüs, Konfüçyüslük) Başkaları sana yaptığında seni üzecek şeyleri başkalarına da yapma. (Mahabharata,Hinduizm) Seni iğrendiren şeyleri komşuna da yapma. İşte bütün kanun budur. Gerisi yorumdur. (Yahudilik) Kendin için istediğini başkalarına da yap. (Luka) Nefret ettiğin şeyi başkalarına yapma (Hristiyanlık) Kendisi için istediğini kardeşi için de istemeyen iman etmiş sayılmaz. (Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, 1/113; İslam).”
Kaldı ki kitabı olmayan dinlerde de bu hususların var olduğunu söyleyebiliriz. Amerikalı teolog Leonard Swidler Kore’de 1915 yılında Budizm’in yeni bir akımı olan Won Budizmin bu temel öğreti üzerine kurulduğunu ifade etmiştir. Bu akımın kurucusu Sotasean takipçilerini şöyle uyarmıştır: “Öteki insanları düzeltmeden önce kendinizi düzeltiniz. Ötekilerine bir şey öğretmeden önce kendinize öğretiniz. Onlardan size güzellikler yapmasını beklemeden önce siz onlara güzellikler yapınız.”
Bütün dini anlayışları incelediğimizde, insan olabilme, hoşgörü, karşılıklı duygudaşlık ve anlayış temelli öğretilerin olduğunu görüyoruz. Tek tanrılı olsun, Hinduizm ve Budizm gibi çok tanrılı olsun ya da ilkel kabile dinleriyle birlikte yeni akım dinlerde olsun tüm insanlığı kuşatıcı ahlaki değerlerin ortak nokta olduğunu görüyoruz. Nihayetinde bu ortak temeli oluşturan unsur ise insanın kendisi olarak ortaya çıkmıştır.
Günümüzde bilim ve teknoloji hızla ilerlemiştir. Dünyada yaşayan insan nüfusu her geçen gün artmaktadır. 8 milyarı bulan ve değişik coğrafyalarda yaşayan insan, yaşamıyla alakalı anlam arayışına devam etmektedir. Lakin bir arada yaşamak zorundayız. Bunun için de birlikte yaşama kültürünün temel dinamiklerini içinde barındıran inançlarımıza sarılmak zorundayız. Birbirimizin inançlarına ve yaşayış biçimine hoşgörüyle yaklaşıp empati yapmalıyız. Dünyamıza barış ve huzurun egemen olması için birbirimize insan olma yüceliğinden dolayı değer vermeliyiz.
Hayata anlam katmak için VAR olmak zorundayız. Çünkü VAR olmayanın anlamı da olmaz! Var olabilmek için sorgulamak, sorgulamak için de aklımızı harekete geçirmek zorundayız. Hangi akıl? diye sormayın. O da başka bir yazının konusu olsun.
Afetsiz günler dileğiyle…
*
HÜSEYİN KANZA