Sylviane Herpin’in dediği gibi:
Düşündüğünüz,
Söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız,
Söylediğiniz,
Karşınızdakinin duymak istediği,
Duyduğu,
Anlamak istediği,
Anladığını sandığı,
Anladığı, arasında farklar vardır.
Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az 9 ihtimal var.
Toplum çeşitli tabakalardan oluşur ve anlaşabilmek için konuşur. Konuştuğu kelimelere anlam yükler ve yüklediği anlamı yaşamı içerisinden çıkartır ve kendisine göre belirler. O yüzden aynı kelimeleri kullanan insanlar dahi aslında farklı şeyler ifade edip, aynı lisanı telaffuz etmeyebilirler. Yani bir toplumda kavramlar ortak olmaktan çıkıp, gerçek manalarını kaybetmişlerse, kavramlara farklı anlamlar yükleniyorsa toplumsal birliktelikten bahsedilemez. Aynı dili konuşmayan, aynı kelimeden farklı anlamlar çıkartan toplumlar birlikte hareket edemezler ve hiçbir olumsuz duruma karşı birleşemez, direnç gösteremezler. Çünkü anlaşamazlar. Zira dil, akıl yürütmenin aracıdır.
Dil ihtiyaca göre gelişip biçimlenirken; afet ve acil durumlarda kullanılacak dilin, bu olayın gerçeklerine göre belirlenmesi ve herkes tarafından kabul edilerek, ortak sözcük ve kavramlarla kullanılması şart gibi gözüküyor. Çünkü her dil duyulan ihtiyaca göre kalıba dökülüyor.
Namık Kemal bir yazısında diyor ki “Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de insanlar kelimelerle düşünür, kelimelerle konuşurlar.” Doğanın dilini öğrenemeyen bizler, doğayı tarif ederken ve anlamaya çalışırken, kelimelere kendi algımızdaki sıfatları yükleyerek can veriyoruz. Hafızasında doğayla ilgili hiçbir kavramı açıklayacak kelime bulunmayan toplumlar, doğayı ve doğanın yaşamından kaynaklı afetleri nasıl anlayabilir ki?
Ülkemizde Afet ve Acil Durum kavramı halkımız tarafından ortak dille konuşulan bir kavram olarak gözükmemektedir. Bu anlamda kanun çıkartıp, normlar belirleyen devletle vatandaşın bu olaylara yaklaşımı da doğal olarak farklı olmaktadır. Devlet düzeyinde konu kanun gereği ve normlar şeklinde ele alınırken vatandaş farklı bir algıyla hareket edebilmektedir. Sonuçta doğanın yaşamından kaynaklı bir hadise (deprem, çığ, sel, tsunami, toprak kayması, salgın hastalık vb.) bize afet olarak dönüp, sonuçlanırken herkes kendi dilinden türküsünü söylemeye devam etmektedir.
Devlet teorik olarak afet ve acil durumları kanun ve mevzuat güdümünde hikâye ededursun, bu anlamdaki vatandaşın güvenlik algısını karşılayamadığı her afet sonrasında bir daha ortaya çıkmaktadır. Velhasıl toplumun afet temelli yaşaması, güvenlik kültürünü içselleştirip hayatına katabilmesi için devlet ile vatandaşın ortak dili konuşması ve koordine hareket etmesi şart olarak gözükmektedir.
*
HÜSEYİN KANZA