Osmanlı koca bir çınardı. Dünya tarihinin kesintisiz en uzun hanedanına sahip istikrar abidesi bu yapı her fani gibi hitama erecekti. Maalesef bu devin yıkılışı da ağır bir imtihan ile oldu. Devlet-i Aliyye Birinci Cihan Harbi’nden yenilgi ile çıktı. Akabinde yirmi beş maddeden müteşekkil Mondros Mütarekesi ile harbe ara verildi. Mütareke maddeleri incelendiğinde zaten Devlet-i Aliyye’nin fiilen yıkıldığı anlaşılıyordu. Gözünü kan bürümüş garbın muhteris zihniyeti Yüce Türk Milleti’ne İç Anadolu kadar bir toprak parçasını uygun görmekteydi. Bir yandan da Mondros’a atıfta bulunarak yavaş yavaş sinsi planlarını uygulamaya başlamışlardı. Fransızlar ve İngilizler bir emperyal yarış halinde memleketimizin topraklarını işgallere başladılar.
Bu işgallerden birisi de 22 Şubat 1919 günü Mondros Ateşkes Antlaşmasının meşhur yedinci maddesine istinaden gayri hukuki bir şekilde Maraş şehrimizde vuku buldu. İngilizler, emri altındaki çoğu Hintli Müslüman askerler eşliğinde şehre girmişlerdi. Bu olay sonucunda yıllardır azınlık olarak yaşayan ve Maraş halkından sadece hoşgörü bulmuş Ermeniler fırsattan istifade Maraş çevresinde tedhiş hareketlerine başladılar. İngilizler iptidada Ermenileri nazar-ı itibara almamışlar ve denge politikası kurmaya çalışmışlardı. Bunda Hintli Müslüman askerlerin yereldeki kanaat önderleri ile samimi ilişkilerinin önemi büyüktür. İleride Ermenilerin bu durumu Fransızların şehri işgali ile değişecektir.
Sömürge yarışlarından zararlı çıktığını düşünen Fransa’nın itirazı ve Birleşik Devletlerin arabuluculuğu ile 15 Eylül 1919 tarihinde imza edilen Suriye Antlaşması sonucu İngilizler Musul bölgesi karşılığı bu bölgeleri Fransızlara bırakacaktır. Bu anlaşma kapsamında harekâta geçen Fransız birlikleri önce Antep şehrimizi işgal etmiş ve ardından Maraş’a yönelmişlerdir. Fransız askerlerinin geleceği haberlerini alan bir zamanların sadık tebaaları görkemli bir karşılama töreni hazırlamak istediler. Bu işin de maddi külfetini Maraş’ın en zenginlerinden olan Ermeni Agop Hırlakyan isimli bir tüccar deruhte edecekti. Bu kapsamda Fransız askerlerinin geçeceği yollara Fransız ve Ermeni bayrakları asılmasından tutunuz, çiçekler ile süslenmesine kadar ciddi bir organizasyon yapılacaktı. Ayrıca yerel halktan davulcu, zurnacıya da ihtiyaç duyulmuştu. Agop’un oğlu Setrak, Abdal Halil Ağa adıyla maruf bir Maraşlıyı çağırtıp yüklü miktarda parayı kendisine uzattıktan sonra : “Fransızlar şehre girecekler. Çok büyük bir karşılama planlıyoruz. Senin etrafında elemanlarından ne kadar varsa getir. Hepsine iyi para vereceğim” söylemine karşı bir süre etrafı süzen Abdal Halil Ağa ciddi maddi sıkıntı çektiği halde böyle bir kutlamaya katılamayacağını belirtir. Israr eden Setrak’a ise gür bir sesle “Bu bir din bahsidir. Din kardeşlerimin bağrına çomak vuramam. Bu kasnağı altından da doldursanız bu çomak bu davula gitmez” şeklinde konuyu kararlı bir şekilde kapatır. Tabi Fransızlar kendilerini coşkulu bir şekilde karşılayan Ermenilerin kortejinde şehre girerler. Ermeni kızlarının çiçekler sunduğu Fransız askerleri büyük tezahüratlarla “Yaşasın Fransa, Yaşasın Ermenistan, Kahrolsun Türkler” naralarıyla karşılanırlar.
Bu süreçte saldırganlıkları iyiden iyiye artan Ermeniler her türlü tahrik ve tahkir işine meylederler. Alkol sınırlarını aşan Fransız askerleri ile Ermenilerden oluşan bir grup, tarihi Uzunoluk Hamamından çıkan birkaç çarşaflı kadını fark eder. Hemen peçelerine müdahale etmek isterler ve “Burası artık Türk toprağı değil. Bu şekilde giyinemezsiniz” gibi sözlerle fiziksel olarak müdahale etmeye çalışlar. Bu esnada feryat eden kadınların sesini Çakmakçı Sait isimli bir genç duyar. Gencin müdahalesi fayda getirmez ve kendisini oracıkta şehit ederler. Bu olayları geriden gören Sütçü İmam ise beylik tabancasını kaptığı gibi bu grubun üzerine yürür. Bir Fransız askerini alnından vurmak suretiyle oracıkta öldürür ve diğerlerini de kovalayarak kaçmalarına vesile olur. Bu mübarek kurşun düşmana karşı sıkılan ilk ve önemli bir hamledir. Sütçü İmam bu süreçten sonra Fransız askerleri tarafından arandığı için saklanarak direniş harekâtına destek verecektir.
Kasım 27’de Agop Hırlakyan, işgal kuvvetleri Fransız Yüzbaşısı Andre’nin şerefine bir balo tertip eder. Balo’da Fransız Yüzbaşısı Agop Hırlakyan’ın torunu Helena’yı dansa kaldırmak ister. Helena bu teklifi “Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanan şehre sizlerin hâkim olduğunu söyleyemem. Bu yüzden de sizinle dans edemem” şeklinde beyanatla reddeder. Bunun üzerine Yüzbaşı askerlerine talimat verir ve sabahına Türk Bayrağı’nın gönderden indirilmesini emreder.
28 Kasım Cuma günü sabah namazından sonra gün ağarırken kalesinde Fransız bayrağının dalgalandığını ilk görenlerden biri de Kısakürek ailesinin Avukat olan ferdi Mehmet Ali’dir. Avukat Mehmet Ali, Cuma namazı saatine kadar işgal karşıtı bildiriler hazırlatır ve oğlu ile birkaç kişiye bu bildirileri önemli yerlere astırır veya dağıttırır. Cemaat Cuma namazı kılmak için camilere gelmektedir. Ulucami de eda edilecek Cuma Namazı için hutbeye çıkan Rıdvan Hoca minberde “Kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir şehirde namaz kılınmaz. Şayet özgürlük yoksa İslam’a göre namaz kılmakta caiz değildir.” şeklinde ateşli bir konuşma yapar. Bu hitaptan sonra Şeyh Ali Sezai Efendi’nin manevi kontrolünde Maraşlılar, ellerine kazma kürek ne varsa geçirerek kaleye doğru akın ederler. Fransız bayrağını indirip Şanlı Bayrağımızı tekrar göndere çektikten sonra hükümet konağına gidip Fransız Yüzbaşısına tepkilerini izhar ederler. Bu olaylar sonucu kibirli Fransızların gururu kırılmış olacak ki yüzbaşıyı görevden alıp yerine başka bir generalin atamasını yaparlar.
Artık iş daha sıkı bir hal almıştır. Maraş’ta işgallerin başlamasıyla kurulan Müdafaa Cemiyetleri, Şeyh Ali Sezai Efendi’nin manevi önderliğinde birleştirilmiş ve vatan savunması başlamıştır. Sert çatışmaların olduğu Türkoğlu bölgesinde Fransızlar bozguna uğramışlardır. Bu bozgundan sonra Fransız General’in yerel halktan bazı kimseleri tutuklayıp alıkoyması ise bardağı iyice taşırır. Maraş Milis güçleri reisi Arslan Bey liderliğinde başlayan ve “Maraş biz mezar olmadan, düşmana gülzar olmaz” parolasıyla hareket eden Maraşlılar 21 Ocak tarihinden 11 Şubat sabah saatlerine kadar gece-gündüz her ferdiyle mücadele ederler. 11 Şubat 1920 sabah gün ağarırken Maraşlılar karşılarındaki düzenli bir orduya karşı zafer kazanmışlardır. Öyle bir zafer ki Fransızların Hükümet Konağını yakarak gecesinde sessizce kaçtıklarını müttefikleri Ermeniler dahi bilmiyordur. Maraş’ta başlayan kıvılcım tüm vatan sathına yayılmış ve tüm Anadolu ayağına vurulan bukağıları kırmayı başarmıştır. Üstat Abdurrahim Karakoç büyüğümüzün de dediği gibi;
Bir şehir, köy, oba mahalle, çarşı
Çarpışır düzenli orduya karşı
Ve soylu bir destan kurtuluş marşı
Güneş, kurda kuşa selâm götürür.
TBMM 1925 tarihinde Maraş’a bir yazı gönderir ve Millî Mücadeleye katılanları ödüllendirmek için bir isim listesi ister. Şehrin ileri gelenleri toplanırlar ve Ankara’ya şöyle bir cevabi yazı gönderirler “Maraş’ta vatan savunmasına katılmamış bir tek fert dahi yoktur”. Bunun üzerine 5 Nisan 1925 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın tensipleriyle İstiklal Madalyası’nın tüm şehre verilmesi kararlaştırılır. 7 Şubat 1973 tarihinde de şehre Kahraman ünvanı verilir. Bu hususta Eski Devlet Bakanımız Süleyman Arif Emre’nin şu mısraları olayı nüvesiyle anlatmaya yetecektir;
Bir hamaset destanı nakşedildi bağrına,
Yurdumun arslanları öldü iman uğruna,
Ruhlarda bayraklaşan, Allah için savaştır,
Bu şehitler diyarı, işte bu yer Maraş’tır.
Tüm bu saiklerden ötürüdür ki bizde “Nerelisin?” diye sorulunca gururla Kahramanmaraşlıyız denilir. Bu gurura bizleri gark eden tüm ecdadımızı, başta kurucu önder Mustafa Kemal Paşa olmak üzere yerel anlamda da şehrimizin müdafaasında manevi rolü büyük olan Şeyh Ali Sezai Efendi ile Milis Gücü Lideri Arslan Bey’i, Kılıç Alileri, Senem Ayşeleri, Abdal Halil Ağaları, Köşoğlu Süleyman Beyleri ve daha nicesini de rahmetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.
Bayrak şairi Arif Nihat Asya’nın şu sözleri ile Kahraman şehrin destan gününü bir kez daha yürekten tebrik ediyorum.
Maraş Türkiye’min kalem kaşıdır,
Maraş Türkiye’min köşe taşıdır,
Maraş tarihleri inşa ettiren,
Koca Sinanların ustabaşıdır.
Saygılarımla.
Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremden dolayı hayatını kaybeden aziz vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diler, yaralılara şifa ile birlikte mağdur vatandaşlarımıza dirlik temenni ederim. Deprem bölgelerine canını dişine katarak çocuklarının süt paralarından fedakârlık yapan aziz milletimizin her ferdine de büyük şükranlarımı sunarım.
Yüce Allah memleketimizi bir daha böyle afetler ile imtihan etmesin duasıyla.
*
EMRE GÜLBEY DEMİR