Birçoğumuzun adını dahi duymadığı bir hastalıktır Drapetomania. 19. yüz yıl Amerika’sında ortaya çıkan bu hastalık, sadece tarlalarda çalışan siyah kölelerde görülüyordu. Hastalık belirtisini, kölenin tarladan kaçmaya çalışmasıyla belli ediyordu. Eğer bir köle, sahibinin çalışmak zorunda olduğu tarlasından kaçmaya kalkarsa, ona Drapetomania teşhisi konuyor ve tedavi ediliyordu. Bu tedavi ise hasta(!) kölenin, her iki ayağının başparmaklarının kesilmesi olarak uygulanıyordu. Tabi ki başparmakları olmadığı için köle tarladan kaçmaya çalışmıyordu. Yani kölenin hastalığı tedavi edilmiş, ortadan kalkmış oluyordu!
Ekonomik sistemi kölelik ve eşitsizlik üzerine kurulu ırkçı bir toplumda, mevcut düzen devamının sağlanabilmesi için üretilen çözümlerin, insani olması tabi ki beklenemez. Üstelik toplumdaki güç ilişkilerinin sağlamlaştırılması, iktidar ve menfaat kaybının önlenmesi için, insanın kendi neslinden beslenmesi, her zaman olagelmiş bir afet olarak yaşanmaya devam etmektedir.
Artık çağımızda “Yeni ırkçılık” kavramı kullanılmaktadır. Yeni ırkçılıkta biyoloji ve ırk yerine kültürel farklar merkeze alınmıştır. Yeni ırkçı anlayışta, “biyolojik açıdan aşağılık” değil, “kültürel farklılıklar” ön plana çıkar. Bu anlayışa göre, bir toplumda veya toplumlar arasında aşağılık ya da üstünlük iddiaları hâkim kültüre göre belirlenmektedir. Asimilasyon ve ötekileştirme yeni ırkçılığın sonucu olarak değerlendirilebilir.
Kültürel farklılığın politik yansımaları da bugün yaşanılan bir hadisedir. Azınlıkları, ulusal ve etnik grupları hâkim kültür ve toplumdan izole etme, ayrımcı ve gizli bir tutum dönemimizin ırkçılık anlayışı olarak yaşamına devam etmektedir. Dünkü biyolojik tabiat üzerine kurulu ırkçılığın yerini kültürel üstünlüğü vurgulayan bir bakış açısı almıştır. Yarın hangi ırkçılığı getirir bilinmez ama insanın kendi nesline uyguladığı, insan olmanın şerefine hiçbir çağda yakışmayan bu durumun, insanlık geleceğinde de devam edeceği, şeklinin ve zeminin farklılaşacağı ama bitmeyeceği, üzüntü verici bir durum olarak gözükmektedir.
Bir Şaman öğretisi şöyle der:
Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.
Nehirler kendi suyunu içemez.
Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez.
Güneş kendisi için ısıtmaz.
Ay kendisi için parlamaz.
Çiçekler kendileri için kokmaz.
Toprak kendisi için doğurmaz.
Rüzgâr kendisi için esmez.
Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz.
Doğanın anayasasında ilk madde şudur:
Her şey birbiri için yaşar!
Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur…
Eski çağlarda yürürlükte olan bir anlayıştı bu. Bütünlüğü anlatırdı, özü iki cümleydi:
“Ben, biz olduğumuz zaman ben olurum. Ben, ben olduğum için sen, sensin.”
*
Afetsiz günler dileğiyle…